haftasonu günaydın'dayım (hani şu et lokantası). siparişi filan verdik. yemekler geldi vs..
böyle yemeğin küşnemeyi hayvanladığım bir aşamasında tüm samimiyetiyle
omzuma bir el kondu. ben ele bakarken öteki taraftan anadolu'nun
bağrından kopup gelmiş, sanki eve attığı kızın alt dudağına uzanıyormuş
sevimliliğinde bir ifade ile bir kafa uzandı:
- efendiiyymmm hoş gelmişsiniz, nassılsınız?
böyle
benim kafa ile daha sonra restoran müdürü olduğunu anladığım abi
arasındaki mesafe max 15 cm filan. heran birbirimize yumulacaz,
restoranda george michael'ın o polisli klibinin havasını estireceğiz
gibi duruyoruz.
gözümü kıstım bu adam ne ayak lan diye bakıyorum inceden.
o da tüm sevecenliği ile gülümsemesini esnetmeden gözlerini kırparak bana bakıyor.
biz böyle mal mal birbirimize bakarken, öyle bir an oldu ki; restoran müdürü benim zannettiği o ünlü kişi olmadığımı anladı.
şöyle gözü minimetrik seyreldi. gözünün bebeğine bir hayal kırıklığı, gülümsemesine bir "hassktir" ifadesi geldi.
ben
de "beni kime benzetti bu pezevenk acaba" diye anlamaya çalışırken
diğer yandan da "küşneme iyice soğudu lan" diye düşünceler aleminde
geziniyorum. sonunda daha uzatmayayım dedim ve dile geldim;
- e iyi, senden naaber?
böyle bir e-he e-he attı. "afiyet olsun" deyip ters vites götüm götüm uzaklaştı.
yemek
bittikten sonra belki yaşadığımız o kısa süreli ve duygu yüklü anın
hatrına benden hesap almaz diye heveslendim ama gözümün yaşına bakmadan
100 liralık hesabı yasladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder