4 May 2014

Ünlü ünsüz

haftasonu günaydın'dayım (hani şu et lokantası). siparişi filan verdik. yemekler geldi vs.. böyle yemeğin küşnemeyi hayvanladığım bir aşamasında tüm samimiyetiyle omzuma bir el kondu. ben ele bakarken öteki taraftan anadolu'nun bağrından kopup gelmiş, sanki eve attığı kızın alt dudağına uzanıyormuş sevimliliğinde bir ifade ile bir kafa uzandı:

- efendiiyymmm hoş gelmişsiniz, nassılsınız?

böyle benim kafa ile daha sonra restoran müdürü olduğunu anladığım abi arasındaki mesafe max 15 cm filan. heran birbirimize yumulacaz, restoranda george michael'ın o polisli klibinin havasını estireceğiz gibi duruyoruz.

gözümü kıstım bu adam ne ayak lan diye bakıyorum inceden.

o da tüm sevecenliği ile gülümsemesini esnetmeden gözlerini kırparak bana bakıyor.

biz böyle mal mal birbirimize bakarken, öyle bir an oldu ki; restoran müdürü benim zannettiği o ünlü kişi olmadığımı anladı.

şöyle gözü minimetrik seyreldi. gözünün bebeğine bir hayal kırıklığı, gülümsemesine bir "hassktir" ifadesi geldi.

ben de "beni kime benzetti bu pezevenk acaba" diye anlamaya çalışırken diğer yandan da "küşneme iyice soğudu lan" diye düşünceler aleminde geziniyorum. sonunda daha uzatmayayım dedim ve dile geldim;

- e iyi, senden naaber?

böyle bir e-he e-he attı. "afiyet olsun" deyip ters vites götüm götüm uzaklaştı.

yemek bittikten sonra belki yaşadığımız o kısa süreli ve duygu yüklü anın hatrına benden hesap almaz diye heveslendim ama gözümün yaşına bakmadan 100 liralık hesabı yasladı.